Nisan 16, 2012

YILBAŞI

YILBAŞI
                Muhterem Müminler !
                Kainatta devamlılık esastır.Varlıklar kendilerini sürekli yenilemektedirler.Her yenı eskimekte,her genç ihtiyarlığa adım adım yaklaşmaktadır.Zamanda bizim hiç bir müdahalemiz olmadan,süratle geçmektedir.Başka bir ifadeyle “zaman sessiz bir testeredir.”Sınırlı ömre sahip olan insanın, bütün bu hususları dikkate alması lazımdır.
                Bildiğiniz gibi önümüzdeki …………. gününden itibaren yeni bir yıla girmiş olacağız.Böylece hatasıyla sevabıyla bir yılı daha geride bırakmış olacağız.
                Yılbaşı adı altında kutlanan ve muazzam bir şatafatla büyütülen bu geleneğin kaynağı nedir?Bir müslüman olarak bu konuda bizim tavrımız ne olmalıdır?
                Genelde dünya kamuoyunda kutlanan yılbaşı,miladi takvime göredir.Bu takvim ise Hz isa’nın doğumunu esas alınarak hazırlanmıştır.Hıristiyanlar yılbaşına kutsallık izafe ederek kutlarlar.Bu gayeyle Hz İsa’nın evlerine gelip misafir olacağı düşüncesiyle,süslemeler yaparlar,çamları ışıklandırırlar.O’nun adına çocuklarına-onunmuş düşüncesiyle-hediyeler verirler.Bütün bu çalışmalarla,Hz İsa’ya bağlılıkları sunulurken,aynı zamanda O’na olan sevgilerini tazelemiş olurlar.Yeni nesilde,bu vesileyle hiristiyanlığa sempatiyle bakıp O’nu severler.Başka bir ifadeyle müslümanların mevlid kandilinde yaptıkları faaliyetleri,hiristiyanlar yılbaşında yapmaktadırlar.Biz müslümanlar açısından en büyük çelişki ise,bizlerin tıpkı hiristiyanlar gibi,bu faaliyetlere katılmamızdır.Kendi kendimize sormamız lazım,neden onlar bizim kandilimizi kutlamazken,biz onların yılbaşını,evimizde,hayatımızda kutluyoruz?
                Değerli Müminler !
                Dinimiz diğer din mensuplarına benzemeyi yasaklamıştır.Mesela güneş prestlerin ibadet vakti güneşin doğumunda, ibadet yapılmaz.Aynı şekilde hristiyanların kutsal günlerinde kiliselere kadar gidip ayinlere katılmak büyük bir yanlışlıktır.Hz peygamber bu konuyla ilgili şöyle buyurmuşlardır:”Kim bir kavme benzerse onlardandır.”[1]Kuran’da ise konuyla ilgili şöyle buyurulur.”Ey inananlar!Yahudi ve hiristiyanları dost edinmeyin.Onlar birbirlerinin dostudur.Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır.”[2]Ayetten anlamamız gereken,hiristiyanların örf ve adetlerini benimsememiz ve onlar gibi yaşamamızdır.Onlardan her türlü fen ve tekniği alırken,adetlerinden uzak durmamızdır.
                Sevgili kardeşlerim!
                Yılbaşı kutlamalarında ağırlıklı olarak içkili ve mühtehcen eğlenceler vardır.İslam, düğünde bayramda eğlenmeyi tasvip etmekle beraber,bunun meşru dairede olmasını,tavsiye buyurmuştur.Haramdan mutlaka kaçınılmasını emretmiştir.İçki ve mühtehcenlik ise büyük günahlardandır.Bu milleti millet yapan,onun örf adeti,milli ve manevi değerleridir.Bunları yaşamayıp bir tarafa bıraktığınızda başkalarının hegemonyası altında yok olmanız kaçınılmazdır.Oysaki biz,gücümüzü inancımızdan,tarihimizden ve kültürümüzden alan ve bununla şahlanan bir milletiz.
                Sevgili kardeşlerim!
                Yılbaşı, sayılı ömrümüzden bir yılın daha geride kalmasıdır.Yılbaşı, bütün insanlığın mukadder olan sonuna ve bu fani dünyanın son menzili,ahiretin ilk kapısı olan kabre,biraz daha yaklaştığımızın,sessiz ifadesidir.Bu münasebetle bu tür zamanlar,bizim için muhasebeye vesile olmalıdır.Geçen yılda nelerin yapıldığını ,nelerin yapılmadığını,ebedi hayatımız için nasıl olmamız gerektiğini düşünme ve planlama zamanıdır.Büyük bir peygamberin doğum günüdür.O’na yaraşır güzel şeylerin yapılma zamanıdır.Kuran,geleceğin planlamasını ve hazırlıklı olunmasını şöyle anlatır:”Ey inananlar ! Allah’tan sakının.Herkes yarına ne hazırladığına baksın.Allah’tan sakının çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır.”[3]
                Bu vesileyle kendi kendimize  şu soruları sorabilmeliyiz:”Ömür sermayemizi yerli yerinde kullanabiliyor muyuz?”,”Geçen bir yılda maddi ve manevi olarak hangi güzel olayları yaşayabildik?”,”İnsanlara islamın güzelliklerini anlatabildik mi?”,”Çocuklarımızı yarınlara hazırlarken ne tür güzellikleri onlara kazandırabildik?”,”Her an kapımızı çalmaya hazırlanan ölüme hazırlana biliyor muyuz?”,”Biz bu dünyada ebedi mi kalacağız?”,”Varlığımızın ana gayesi nedir?”

                Ne mutlu zamanlarını ve Allah’ın verdiği nimetleri,O’nun emirleri doğrultusunda değerlendire bilenlere !


[1] Ebu Davut,libas:4
[2] Kuran,Maide,5/51
[3] Kuran;Haşr,59/18


ZEKAT

ZEKAT
                Değerli müminler !
                İnsanlar arasında biyolojik farklılık olduğu gibi,ekonomik yönden de farklılıklar bulunmaktadır.Herkesin aynı ölçüde mali güce sahip olması,eşit gelir elde etmesi,aynı miktarda tüketim de bulunması da mümkün değildir.Her ne kadar sosyalist teoriler de eşitlik savunulsa da,aynı yönde uygulama yapan rejimler bunu başaramamışlardır.İşci sınıfıyla yönetenler arasında büyük gelir farklılıkları bu ülkelerde de olagelmiştir.
                İslam her bir insanın ve toplumun dertlerine deva olan bir dindir.Fakirle zengin arasındaki ilişkileri de hiç bir tarafı mağdur etmeden dengeleyen ilahi nizamdır.Toplumda sınıflar arasındaki uçurumu büyütmeden,birbirine düşman etmeden dengeleyen ekonomik çözümler sunmaktadır.Bu ekonomik reçetelerden biri de zekattır.
                Zekat islamın beş esasından biridir.Kuran-ı Kerim’de namazla beraber anılmakta hadislerde de islamın temel şartları arasında belirtilmektedir.Allah şöyle buyurmaktadırlar:”Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.”[1]
                Sevgili kardeşlerim !
                Bilindiği gibi zekat,dinen zengin sayılan bir müminin toplam servetinin %2,5’luk bölümünü fakirlere vermesidir.Fakirliğin ölçüsü de yine islama göre olup,geçinme zorluğu çeken,evi barkı olmayan her bir insandır.Zekat ibadeti dinin kesin emirlerinden olup farzdır.Kuran’da namazla beraber bir çok yerde emrolunmaktadır.Bunlardan bazılarını şöylece sıralamak mümkündür:”Namazınızı kılınız.Zekatınızı veriniz.Rukua varanlarla beraber sizde varınız.”,İnsanlara güzel söz söyleyin.Namazınızı kılınız,zekatınızı veriniz.”,”Namazınızı kılın,zekatınızı verin.Kendiniz için ne yaptıysanız Allah’ın katında onu bulacaksınız.”[2] Hz peygamber (a.s)’da,-meşhur Cibril hadisinde islamı anlatırken;”-islam Allah’tan başka hiç bir ilah bulunmadığına,Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet getirmen,namazı kılman,zekatı vermen,ramazan orucunu tutman,muktedir olursan hacca gitmendir.”[3] buyurmuşlardır.Hz peygamberin bu hadisinden de anlaşılacağı gibi,zekat islamın üçüncü şartıdır.
                Zekat toplumsal barışı sağlayan,servet düşmanlığını gideren,fakir ve zengin arasında sevgi köprüsü olan mali bir ibadettir.Zekat sayesinde toplumsal barış sağlamakta,tarihten günümüze müslüman olmayan toplumlarda görülen sınıflar arası düşmanlık ortadan kalkmaktadır.Zekatın bu yönüne işaret buyuran Rabb’imiz şöyle buyurmaktadır:”Onların mallarından sadaka (zekat) al.Bununla onları (günahlardan)temizlersin ve onları arıtıp yüceltirsin.Ve onlar için dua et.Çünkü senin duan onlar için sukunettir.”[4] Zekat Allah’ın bu buyruğunda da görüldüğü gibi,insanalrın bencillik duygularını yok eden,servetlerini temizleyen huzur kaynağıdır.
                Değerli müminler !
                Dinimiz manayla maddeyi sentez yaptığı için mali bir ibadet olan zekatı,bedeni ve ruhi bir ibadet olan namazla beraber emretmiştir.İslam böylece namazla Allah’a yönelmeyi emretmişken,zekatla da ekonomik olarak insanlara hizmeti ön planda tutmuştur.
                Zekat serveti bereketlendiren,talebi arttırarak ekonomiye canlılık sağlayan bir ibadettir.Allah olayın bu yönüne işaretle şöyle buyurur:”Allah faizli serveti yok eder.Sadakalı serveti ise bereketlendirir.”[5] Zenginle-fakir,işciyle-işvereni kaynaştıracağı için üretimi arttıran bir faktördür.Rabbimiz zekatını veren müminleri maddi ve manevi kazançlarını şöyle anlatırlar:”Mallarını,Allah yolunda harcayanlar;yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tek tohumun hali gibidir.Allah her kime kat be kat verir.Allah rahmeti geniş olandır.”[6]
                Zekatlarını vermeyenler ilahi cezayla ahirette cezalandırılacaklardır. “…Altın ve gümüşü yığıpta onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu ,işte onları elem verici bir azapla müjdele.Bu servetler cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları,yanları,sırtları kızdırılıp (onlara denilir ki,işte bu) kendiniz için biriktirdiğiniz servettir.”[7] Zekatlarını verenler ise dünyada gönül huzuruyla yaşayacaklar,ahirette de cennet nimetlerine nail olacaklardır.Allah’ın konuyla ilgili buyruğu da şöyledir:”Allah’ın rızasını dileyerek,sabredenler,namazlarını kılanlar,kendilerine verdiklerimizden insanlara verenler,kötülüğe iyilikle mukabele edenler yok mu ? Onlar için Adn cennetleri vardır.”[8]
                Öyleyse sevgili kardeşlerim,Allah’ın verdiği her nimetin bir kısmını Allah için diğer insanlara verelim.Daima iyilik yapma bizim temel ilkemiz olsun.Cimrilikten,kibirlilikten uzak durmaya çalışalım.Fani olan servetlerimizi infak yoluyla ebedileştirelim.

                Ne mutlu Allah’ın nimetlerini Allah yolunda harcayabilenlere !


[1] Kuran,Zariyat,51/19
[2] Kuran,Bakara,2/43,83,110,177,Nisa,4/77,162
[3] Buhari,Zekat;11
[4] Kuran,Tevbe,9/103
[5] Kuran,Bakara,2/276
[6] Kuran,Bakara,2/26
[7] Kuran,Tevbe,9/34-35
[8] Kuran,Rad,13/22

ZAMANI DEĞERLENDİREBİLMEK

ZAMANI DEĞERLENDİREBİLMEK
                Sevgili müminler !
                Çok değerli nesnelere Kuran-ı Kerim’de Allah yemin etmektedir. Rabb’imiz sıradan şeylere yemin etmemektedir.Yemin edilen nesnelerden biri de zamandır.Öyleyse zaman çok önemlidir.
                Herşey zamanla elde edilirZamanı olmayan bir insanın üretken olaması mümkün değildir.Medeniyetler zamanın ürünüdür.Her güzel şey,zamanla kazanılır.Zaman;başarının,büyümenin,her şeyin aracıdır.Zamanla herşey elde edildiği halde,zamanı hiçbir şeyle elde edemezsiniz.Belki zamandan tasarruf edebilirsiniz,fakat zamanı hiç kullanmadan hiç bir şey elde edemezsiniz.
                Zamanı iyi kullananlar,çağ atlamışlardır.Sanayileşme tarihine bakıldığında,birim zaman diliminde en çok üretenler dünya gündemini belirlemişlerdir.Durağanlar,yerinde sayanlar,hızlanamayanlar rakiplerinin karşısında yok olup tarihe karışmışlardır.Zamanın en küçük dilimini kendine ölçek edinenler şampiyondur.Aksine vurdumduymazlar,umursamazlar ise sürünmeye ve arkadan gelmeye çoğu zaman mecbur olmaktadırlar.
                Tarih bütün bu anlatılanların uygulamalarıyla doludur.Her anını iyi değerlendiren insanların büyük eseri vardır.”Hayatımda iki günüme üzülürüm biri evlendiğim gün diğeri annemin öldüğü gün.Bu iki günümde de kitap okuyamadım.”diyen İbni Cerir et-Taberinin hayatı zamanı iyi kullanmanın parlak örnekleriyle doludur.Hicri 224 yılında doğup 310 yılında 86 yaşında vefat eden,bu büyük alimin telif ettiği eserler sayfa adedi itibariyle günlere taksim edildiğinde her güne 28 sayfa düşmektedir.Bu büyük alimin 14 yaşından itibaren hayatının son anına kadar yazdığı eserlerin sayfa sayısı yediyüz bini aşmıştır.[1] Günümüz insanı,bu seviyeye gelişen imkan ve teknolojiye rağmen henüz   ulaşamamıştır.
                Günümüzde gelişen teknoloji,insanların zamanı  verimli kullanmalarında en önemli faktör haline gelmiştir.Bir zamanlar yıllar süren yolculuklar artık saatlerle kısa sürede katedilmektedir.Bu durum,insanın kısacık ömrünün daha da verimli hale gelmesini sağlamaktadır.
                Allah Kuran’da,”Asra yemin olsun”buyururlar.Bu ayeti yorumlayan müfessirler,kastedilen manaların birinin de zaman olduğunu belirtmektedirler. Zamana yemin edildikten sonra,insanların zararda oldukları belirtilirken istisnaları da maddeleştirilmiştir.Bunlar ise,Allah’a iman edenler ve imanını güzel işlerle takviye edenler,birbirlerine doğruyu ve sabrı tavsiye edenler olarak açıklanmaktadır.
                Böylesine önemli olan zaman konusunda sevgili peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:”İnsanların çoğu iki değerli nimetin kıymetini bilmezler.Bunlardan biri sağlık diğeri boş vakittir.”[2] Gerçekten de en değerli olduğu halde en ucuz harcanıp hiç kıymeti bilinmeyen en güzel varlık zamandır. Neyazık ki insanların bir çoğu bu hususta oldukça duyarsız ve sorumsuzdur. Kahvehane köşelerinde,geçirilen güzelim anlar boş vakitlerin heba olup gitmesine sebep olmaktadır.Kısacık ömründe dünya ve ahiretini kazanmak zorunda olan insanın,böylesine bir lüksü asla olmamalıdır.
                İnsana ömrünü veren Allah onun nerede nasıl geçirildiğinin de hesabını soracaktır.Alınan her soluğun mutlaka değerlendirilmesi gerekmektedir.Bu konuya değinen peygamberimiz “Herkesin bir gün ömrünü nerede nasıl geçirdiğinin hesabını vereceğini”[3] belirterek zamanı iyi değerlendirmemizi,öğütlemektedir.
                Sevgili müminler !
                Ömrünün sonuna gelip geriye bakan bazı insanlar gibi ah vah etmemek için her anımızı iyi değerlendirmeliyiz.Fırsatların ve zamanın kazasının olmadığını iyi bilmeliyiz.Kuran-ı Kerim’de bu tür ifadelerde Allah şöyle buyurmaktadır:”Herhangi birinize ölüm gelip de:Rabbim !Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam demesinden önce size verdiğimiz rızıktan harcayın.Allah ömrü bitenin ölümünü ertelemez.”[4]
                İnsanın en önemli sermayesi zamanıdır.Ne kazanılacaksa onunla kazanılır.Bu münasebetle maddi ve manevi karsız geçen her an,kaybedilen bir kıymettir.İnsan ömrünün ve bilhassa içinde bulunduğu vaktin kıymetini bilmeli,onunla sonsuz hayatı için ne elde edebilecekse elde etmeye çalışmalıdır.
                Zamanı en iyi değerlendirme yollarının başında,boş vakit geçirmeme uğrunda harcanan çabalar gelmektedir.En çok muhtaç olduğumuz,ilim,fikir maddi ve manevi gayretler vaktimizi geçirmede en önemli araçlarımız olmalıdır.Bu konuda bizim rehberimiz,Hz peygamberin şu hadisidir:”Ölüm gelmeden önce hayatın,dolu vakit gelmeden önce boş vaktin kıymetini biliniz.”[5]
               
                Ne mutlu zamanını verimli geçirebilenlere !


[1] Tezkiretü’l-Hüffaz,2:711
[2] Buhari,Rikak:1
[3] Tirmizi,Kıyame:1
[4] Kuran,Marafikun,63/10-11
[5] İbn Mace,Zühd:15

YÖNETİCİLİK VE HİZMET

YÖNETİCİLİK VE HİZMET
                Sevgili müminler !
                Allah bütün varlıkları,gen yapıları,kabiliyetleri bakımından farklı farklı yaratmıştır.İnsanlarda,fiziki görünüm ve kabiliyetlerin üstünlüğü yönünden farklıdır.Bu farklılık,”Yaratıcının varlığının delillerindendir.”[1]
                Varlıklarda olduğu gibi,insanların da bir çoğu idare eden değil,idare edilen konumdadır.Her varlık,her grup,kendilerine bir başkan kabul eder veya seçer.Başsız bir cemaat olmadığı gibi,lidersiz hiç bir sosyal faaliyette olamaz.
                İdarecilik,sosyal hayatta aileden toplumun bütün katmanlarına kadar hemen hemen her yerde vardır.Bütün müesseselerin bir idarecisi bir sorumlusu olduğu sosyal bir vakıadır.
                İslam dini,insanın iç ve diğer hayat tarzının hemen hemen her safhasında, kendisine yön veren açılımlar sunmaktadır.Aile hayatımızda fertlerin rolünün ne olduğu,yolculukta,eğitimde,ticaret ve sanatta nasıl çalışılması gerektiği,nasıl hareket edilmesi açık ve zimmen bildirilmiştir.
                Topluma hizmet etmenin,onları yönetmenin felsefesi;Hazreti peygamber (a.s) tarafından şöyle açıklanmıştır:”Bir milletin efendisi,onlara hizmet edenlerdir.”[2] Allah’ın kulları arasında iman kardeşliğini esas alan ve imtiyazın her türlüsünü reddeden dinimiz,idareciliğin de bir üstünlük makamı değil,emanet ve sorumluluk yeri olarak tesbit etmiştir.Bu dünyada kimin bir görevi varsa,kime de-aile kadar küçükte olsa-bir grubun idareciliği verilmişse,o iş için hayırlı hizmetle sorumlu tutulmuş,onların her türlü hakları idarecilerinin sorumluluğuna emanet edilmiştir.Sosyolojik bu kanunu özetleyen hazreti peygamber (a.s) şöyle buyurmaktadır:”Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz.İmam (idareci) yönettiklerinden,kişi ailesinden,kadın kocasının evinden,hizmetci efendisinin malından,oğul babasının malından sorumludur. Böylece herkes bulunduğu mevkiden sorumludur.”[3]
                İdarecilikte şefkat ve merhametle beraber sevgi esastır.Sevgiden yoksun, şefkatsiz kuralcı yönetimler insanları neyazıkki robotlaştırmaktadır.Bunların da ötesinde zulümle yönetim ise,köleleştirme metodudur.Zulmün olduğu yerde insanların yükselmesi,ufuklarının açılması,tekniğin sanayinin gelişmesi mümkün değildir.Sevginin ve saygının hakim olduğu idari mekanizmalarda ise,her şey düzenli ve verimlidir.Olayın dünyevi boyutu bu olduğu gibi,zalimler ahirette de Allah’ın azabına tabi olacaklardır.Ve “Allah zalimleri asla sevmeyecektir.”[4] Kuran-ı Kerim’de idarecilikte zülmün doğuracağı sonuçlar şöyle ifade edilir:”Allah zalime doğruyu göstermez.”[5] “Zülmün var olduğu bölge halkını Allah yok etmiştir.”[6]  Allah’ın bu buyruklarından da anlaşılacağı gibi,zülmün olduğu yerde yükselme olmayacak ve Allah’ın yardım eli görülemeyecektir.
                Günümüzde sevgi ve saygının hakim olduğu demokratik toplumların kalkınıp müreffeh hale gelmeleri bir tesadüf olmadığı gibi,diktatör toplumlarda sefaletin varlığı da onların kaderi değildir.
                Sevgili müslümanlar !
                Hayatını ümmetine hizmetle geçiren “Rahmet peygamberi” bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:”Müslümanların idareciliğini üzerine alan,sonrada onların hayrı için çalışmayan kimse asla müslümanlarla beraber cennete giremez.”[7] Bu sözleriyle idareciliğin bir hizmet aracı olduğuna işaret eden peygamberimiz,makamı kötüye kullananları da şöyle ikaz etmektedir.”Bir topluluğun başına,idareci olarak geçen kimse,insanları aldatır onlara ihanet ederse ve bu haliyle ölürse,Allah o kimseye cenneti haram kılar.”[8]
                İslam tarihi,sorumluluk duygusunu, icraatlarıyla taclandıran kahramanlarla doludur.Savaş meydanlarında küheylanlar gibi kahramanlaşan,cesaretiyle tarihe geçen Hz.Ömer (r.a)’ın tayin edeceği valinin yanında bir yetim çocuğu  öper vali adayının “sizin çocuğunuz mu?” sorusuna hayır cevabı verir.Bunun üzerine vali adayı “Benim üç çocuğun var hiç birini ne kucağıma aldım ne de öptüm.”demesi üzerine Hz.Ömer “Kendi çocuğunu sevmeyen Allahın kullarını da sevmez”deyip vali adayını azleder.[9]
                Değerli müminler !
                İnsanın bu dünyadaki bütün nimetleri emanet olarak görmesi ve emanetin hakkını vermek için çaba harcaması imandan nasiplenen yüksek bir ruh alametidir.Kişinin imanı nekadar kuvvetliyse sorumluluk duygusu da o oranda kuvvetli olacaktır.Mümin kendine verilen her organın her nimetin Allah’dan olduğuna inanan insandır.Yaptığı her işten dolayı mutlaka hesaba çekileceğini,gözönünde bulunduran insandır.
                Mümin doğruluktan ayrılmamalı,ikiyüzlülükten uzak durmalıdır.Bu anlayışla şu duayı sıkça tekrarlamalıdır:”Ya Rab! Kusurumuzu affet.Bizi kendine kul kabul et.Emaneti almak zamanına kadar bizi emanette emin kıl.”
               
                Ne mutlu bulunduğu mevkide güzel eserler bırakabilenlere !


[1] Kuran;Rum  ,30/22
[2] Keşfü’l-Hafa,1/1515
[3] Buhari;Reaya:21
[4] Kuran; Cuma , 62/7
[5] Kuran; Neml, 27/50
[6] Kuran; Ankebut, 29/31
[7] Müslim;İman:229
[8] Müslim;İman:227
[9] Rıfat Ahmet;Tasvir-ı Ahlak,s:195.İst,1309

YARDIMLAŞMA

YARDIMLAŞMA
                Sevgili müminler !
                Bir toplumun huzurlu olması,sosyal patlamlardan kurtulabilmesi;birlik ruhunun canlı tutulabilmesi için,fertler arasında kaynaşmanın sağlanması çok çok önemlidir.İslam dini,ekonomik yönden farklı gelir gruplarından olan sınıfların arasını kapatmak gayesiyle,her hususta yardımlaşmayı tavsiye buyurmuştur.
                Kuran-ı Kerimde bütün insanlara Allah şöyle buyurmaktadır:”…Allah’ın sevgisine ulaştıracak iyi, güzel, doğru olan işlerde,fenalıklardan sakınmakta birbirinizle yardımlaşın.Günah işlemek ve aşırılığa gitmekte birbirinizle yardımlaşmayın.Allah’tan sakının.Allah’ın cezası şiddetlidir.”[1]
                Bu ilahi emir;zenginlerle-fakirler,bilginlerle-cahiller,güçlülerle-acizler,gençlerle-ihtiyarlar gibi,maddi ve manevi yönden yardımlaşmaları mümkün olan bütün müminleri içermektedir.Peygamberimizin veciz ifadesiyle;”Birbirlerini sevmede,birbirlerine acımada,başkalarını korumada bir vucudun organları gibi.”[2]olması gereken müminlerin,mükellef kılındıkları yardımlaşma anlayışının ölçüsü,ne olacaktır ? Bilindiği gibi islam dini hayatın “Bir yardımlaşma”olduğunu,müminlerin de birbirlerinin kardeşi olduğunu bildirmektedir.Hayatın “Bir mücadele olduğu”düşüncesi ise,şiddetle reddolunmaktadır.Birilerinin yaşaması için bir diğerinin yok olması inançını ise,bir zulum olarak belirtmektedir.Öyleyse yardımlaşmada  ölçü ne olmalıdır ?
                Peygamberimiz bir hadisi şeriflerinde,bu hususu şöyle açıklamaktadırlar:”Sizden biriniz,kendi nefsi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe,gerçek mümin olamaz.”[3]
                Kendimiz için istediğimizi,diğer müminler içinde istemek,  yardımlaşmamızın ölçüsüdür.Bu güzel ölçü,dünya tarihinde benzeri görülmeyen birlik ruhunun temelini oluşturmaktadır.İslam bunun da ötesinde i’sar (ihtiyacı olduğu halde kardeşini kendi nefsine tercih)anlayışıyla,bu fikri zirveleştirmiştir. Kuran asrı saadet müslümanlarını ve gerçek müminlerin bu yönünü şu övgüyle anlatmaktadır:”Kendileri zaruret içinde olmalarına rağmen başkalarını kendilerine tercih ederler .”               [4]               Bu kutsal ölçü ,toplumda yaygınlaştığında,fertler arasında,yalan,iftira,haset,nefret,tecavüz,dolandırıcılık ihtikar ve sahtekarlıktan hiç bir eser görülür mü?İnsan insanı sömürür mü ? İnsan insana hükmetmeye çalışır mı?Servet düşmanlığı hiç görülür mü ? İşçiyle işveren arasında zıtlaşma grev lokavt gibi iş barışını tehdit eden unsurlar hiç belirir mi? Kan davalarından,hırsızlıktan,yaralama gibi adi suçlardan eser kalır mı ?
                Sevgili kardeşlerim !
                Günümüz insanı birbirleriyle kaynaşmaktan daha çok,gün be gün ayrışmaktadırlar.Peygamber (a.s)’ın hicret sonrasında müminleri kardeş olarak eşleştirmesiyle beraber,muhacirlerle-ensar arasında yaşanan fazilet yarışı,bizler için en güzel sosyal kaynaşma modeli olabilir.Kardeşlerine evlerini açma,ticaret yapmak için imkan sağlama,bağ ve bahçelerinde ziraat yaptırma,gibi her sahada yardımlaşma duygusuna bizler nekadar muhtacız !
                Kainatta,insanların da ötesinde hemen hemen her canlı ve cansız varlıkta yardımlaşma duygusu görülmektedir.Avlanan bir avdan, en vahşi hayvandan kuşlara kadar herkes nasibini alabilmektedir.Kuruyan bitkilerin imdadına bulutlar koşmaktadır.Tozlanma döneminde bitkilerin verimli olmasına,rüzgar yardım etmektedir.Bitkilerin ihtiyacı olan gerekli her mineralleri toprak vermektedir.Güneş ücretsiz olarak bütün varlıkların ısınma ve aydınlanmasına yardımcı olmaktadır.Maddenin en küçük parçası olan atomda dahi,proton-elektronla dengeyi sağlamaktadır.Daha nice örnekleri çoğaltmak mümkündür.
                Değerli kardeşlerim !
                Taşlar bir araya gelip yardımlaşarak devasa sanat eserlerini meydana getirmektedir.Tek başlarına hiç bir mana ifade etmezlerken ,beraber olunca güzelim oluşumlar ortaya çıkmaktadır.Bizler binlerce birlikle yek vucut olan insanlar olarak,sadece dünyayla değil ölüm sonrasında da sevdiğimiz insanlarla beraber olacağımız düşüncesiyle yardımlaşmalıyız.Köstek değil birbirimize destek olmalıyız.Kardeşlerimizin başarısı,bizim de başarımız olduğunu unutmayalım.Her yeni oluşumda bizim de tuzumuzun olması,Allah’ın rızasını kazanmamıza vesile olacaktır.  Sözlerimi Allah’ın konuyla ilgili buyruklarıyla bitiriyorum:
                “Rabbinizin mağfiretine ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış –genişliği gökler ve yer kadar olan- cennete koşuşun.Ki;onlar bollukta ve darlıkta sarfederler.Öfkelerini yenip insanların kusurlarını örterler.”[5] (İnsanlara maddi yardımlar yaparak) Allah’a güzel bir borç verirseniz.Allah onu sizler için kat kat arttırır ve sizi bağışlar.Allah,az hayra çok mükafat verendir.O ceza vermek için de acele etmeyendir.[6]

                Ne mutlu biz düşüncesiyle insanlara yardım edebilenlere !



[1] Kuran;Maide,5/2
[2] Mişkatü’l-Mesabih,ha.no:4958
[3] Tac;1/26
[4] Kuran,Haşr 59/9
[5] Kuran,Ali İmran 3/133-134
[6] Kuran,Teğabün 64/17

YAŞLILARA KARŞI GÖREVLERİMİZ

YAŞLILARA KARŞI GÖREVLERİMİZ
                Muhterem müminler!
                Toplumların sosyal yapılarında saygının çok önemli bir yeri vardır.Saygı ve sevginin olmadığı toplumlarda insanlar robotlaşmakta,makineleşmektedirler.Özellikle korunmaya muhtaç yaşlı ve çocuklar saygı ve sevgiye en çok özlem çekenlerdir.
                Dünyada manevi değerlerin aşınmasıyla yok olan saygı ve sevgi ,özellikle yaşlılarımızı mağdur etmektedir.İnsanın değeri meteryalist anlayışa göre üretmesiyle ölçülmekte,bu durum üretmeyen yaşlıları fazlalık olarak göstermektedir.Böylece yaşlılar,huzur evlerinde kaderlerine terkedilmekte,yiyen  içen ömrünü geçiren,ölümünü bekleyen insanlar olarak algılanmaktadır.Bütün bu yaptıklarıyla batı medeniyeti yaşlılar karşısında mahçubiyet ve vicdan azabı içerisindedir.Bu konuyu dile getiren Fransız düşünür.Rene Grousset “İslam eski roma hukukuyla yeni medeni konunlarımızın çoğundan daha insanidir.Çünkü bizim konunlarımızda,kadınla beraber yaşlılık çağına gelmiş babalarla analar çoğunlukla ihmal edilmektedir.”[1] demektedir.
Anne-babaları ve yaşlıların,çocuklarından ve küçüklerden hürmet beklemeleri yarıtılışlarının gereğidir.Çünkü küçüklere şefkat ve merhamet,büyüklere saygı Yaratıcı tarafından insanın iç dünyasına konulan bir duygudur.Bütün semavi dinlerde ve her millete ait geleneklerde bu duyguyu besleyici izler bulunmaktadır.
Her güzel hareket ve davranışta olduğu gibi,bu konuda  da en güzel tavsiyeleri islam ortaya koymuştur.Bugün toplu taşıtlarda “Büyüklere,yaşlılara, çocuklu kadınlara yer gösteriniz.”ikaz yazılarını asmak mecburiyetinde kalışımızın arkasında bu güzelim tavsiyelerden uzaklaşma yatmaktadır.Bu ikazlara nekadar uyulduğu da metropollerde oturanlar tarafından açık bir şekilde görülmektedir.Bütün bu gerçekler bize şunu öğütlemektedir ki,aslolan kalplere manevi ikaz levhalarını koymaktadır.
Çağlar öncesinde peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:”Küçüklerimize merhamet,büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.”[2] Allah’a ve peygamberine sevgi ve itaat duygularıyla dolu bir gencin bu peygamberi sözü duyduktan sonra,büyüklerine saygısızlık yapması,büyüğü ayaktayken kendisinin oturması hiç mümkün müdür ?
Büyüklerimize saygı,kendisinden büyük insanların bulunduğu yerde söz verilmeden konuşmamayı,saldırgan davranışlardan uzak durmayı,tahkir ve tezyif sözcüklerini kullanmamayı gerektirmektedir.Kuran-ı kerimde şöyle buyurulur:”Ey iman edenler ! Seslerinizi peygamberin sesinden fazla yüksltmeyin.Birbirinizi çağırdığınız gibi,peygambere yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider.Allah’ın elçisi huzurunda seslerini kısanlar,şüphesiz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir.Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.”[3]
                Bu ayetlerde faziletce üstün olanlara saygı öğütlenmekte müminlere, büyüklere saygı tavsiye olunmaktadır.Diğer taraftan yaşlılara mutlak saygı şöyle açıklanmaktadır:”Rabb’ın,sadece kendisine kulluk etmenizi,anne-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti.Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırlarsa,kendilerine “Of”bile deme.Onları azarlama.İkisine de güzel söz söyle.”[4] Büyüklere saygının istisnalarıda vardır.Bu ise,büyüğün yanlışa sevketmesi ve Allah’a isyana teşvik etmesidir.Bu durumda büyüklere uyulmayacağı da şöyle açıklanır:”Eğer onlar seni,hakkında bilgin olmayan bir şeyi körü körüne bana ortak koşman için zorlarlarsa onlara itaat etme.”[5]
                Bu ayetlerde görüldüğü gibi islam,Allah’a ibadetten sonra,anne-babaya ve büyüklere iyilik emrolunmaktadır.Ayrıca onların yanlışlıkları karşısında kabalık yapılmaması belirtilmektedir.
                Peygamberimize bir meseleyi sormak için gelen topluluktan en küçüğünün söze başlaması üzerine,peygamberimiz şöyle buyurmuştur:”Konuşmak için daha büyük olanlara öncelik ver.”[6] Bu olay islam eğitim geleneğinde,küçüklerin büyüklere öncelik tanımasını göstermektedir.
                Yaşlılara da saygı duygusunun korunmasında büyük sorumluluklar düşmektedir.Küçüklere her vesileyle sevgi nazarıyla bakması gereken büyüklerin,hal ve davranışlarıyla,onlara örnek olmaları ve saygı telkin etmeleri gerekmektedir.Gayri ciddi ve ahlaksız davranışlar içerisine girerek,olgunluk ve ciddiyetlerini kaybeden büyüklerin saygı beklemeleri abesle iştigaldir.
                Sevgili kardeşlerim !
                Anne-baba ve eğitimcilere çok önemli görevler düşmektedir.Gençlere,çocukluklarından itibaren,yaşlılara hürmet duygusu aşılanmalı ve bu duygu manevi değerler üzerine oturtulmalıdır..Aksi taktirde gençliğin taşkınlığı, yaşlıların modern hapishanelerde kaderlerine terkolunacaklardır.Sözlerimi Hz.peygamberin bir hadisiyle bitiriyorum:
                “Bir ihtiyar insana yaşlılığına hürmeten saygı gösteren kimseye,Cenab-ı Hak da kendisine hürmet edecek bir kimseyi mutlaka musahhar edecektir.”[7]                                       


[1] Litterature religiense:s.564,Paris,1949.
[2] Müsned;2/185
[3] Kuran,Hucurat,49/2-3
[4] Kuran;İsra,17/23
[5] Kuran;Lokman,31/15
[6] Edebül-Müfred,1/359
[7] Tirmizi,Birr:75

ÜLKE SAVUNMASI VE İSTİKLAL MARŞIMIZ


ÜLKE SAVUNMASI VE İSTİKLAL MARŞIMIZ
               
Muhterem müminler !
      
Bulunduğumuz coğrafyada hürriyet ve insan şeref ve haysiyetine yakışır      bir şekilde yaşamamız Allah’ın bir lutfudur.Bir milletin en aziz varlığı,manevi değerleri,bağımsızlığı ve hürriyetidir.Bu değerleri kaybeden millet,millet olma vasfını yitirmiş,başkalarının hegomonyası altına girmiş demektir.Baskın kültür ve hegomonya altında yaşayan milletler zamanla özbenliklerini kaybetmekte,yok olup gitmektedirler.Yaşadığımız bu güzel ülke,atalarımızın-dinimizin emirleri doğrultusunda-emperyalistlere karşı verdikleri mücadelelerle bize miras kalmıştır.
               
Malazgirt muharebesiyle başlayan anadoluyu vatan edinme sevdası,zamanla amacına ulaşsa da her vesileyle batılılar tarafından hazmedilememiştir.Bu gayeye yönelik vukubulan haclı seferleri,istiklal savaşımıza kadar her vesileyle devam etmiştir.Günümüzde ise soğuk savaş devam etmektedir.
               
Müslümanlara istiklal ve hürriyet duygusunu veren dinimizin prensipleridir.Allah, Kuran-ı Kerim’de saldırganlara karşı müminin tavrını şöyle açıklamaktadır.”Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın.Aşırı gitmeyin.Doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.Mütecavizleri bulduğunuz yerde öldürün.Sizi çıkardıkları yerden sizde onları çıkarın.Fitre çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür.”1Bu ayetlerle saldırganlara karşı pasif durulmaması öğütlenirken,diğer tarafdan da bütün tedbirlerinin onlara karşı alınması emrolunmaktadır.”Ey inananlar ! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah’ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın.”2 Bütün bu ilahi emirler,müslümanların milli va manevi değerlerinin ayak altına alınmamasıyla ilgili şahlanmış dinamiklerdir.

                Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı sonrası altı yüz yıllık Osmanlı Devleti yıkılmış ve yerine Türkiye cumhuriyeti  kurulmuştur.12 Mart 1921 yılında  da İstiklal marşımız kabul edilmiştir.

                İstiklal marşı,türk milletinin iç dünyasının dışa yansımasıdır.Büyük bir ustalıkla dizilen kelimeler hazinesidir.Derin manalarla dolu emsalsiz bir şiirdir.İslam imanı,şecaat ve duygularıyla dolu bu büyük abide,milletimizi asırlarca ayakta tutacak manevi ilhamlarla doludur.Herbir mısrasında Kuran ayetleri ve hadisler gizlenen bu güzel şiirde merhum Mehmet Akif milletine seslenerek şöyle der:”Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı…/Düşün altında binlerce kefensiz yatanı./Sen şehit oğlu şehitsin incitme yazıktır atanı./Verme dünyaları alsanda bu cennet vatanı.”

                Şairin anlatımına göre üzerinde yaşadığımız topraklar,şehit kanlarıyla yoğrulmuştur.Atalarımız, gittiği her mezrada,köyde,belde de,şehirde islamın güzelliklerini bu ülkenin taşına toprağına nakşederek bu ülkeyi anadolu ve anayurdu haline getirmiştir.Edebiyatında ,tarihinde,kültüründe,herşeyinde islam,bu milletin hamuru olmuştur.İslamla bu millet yükselmiş,islamla bu millet dünyayı titretebilmiştir.İstiklal marşında bu husus şöyle anlatılır:”Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli./Ebedi yurdunun üstünde inlemeli.”
               
                Medeniyetler manadan yoksun oldukları zaman yok olmaya mahkumdur.Maddenin yanında mananında olması,milletlerin varlığını sürdürmesinin ana şartıdır.Bir başka ifadeyle batı medeniyeti hristiyanlıkla geliştiği gibi,Türk islam medeniyeti de islamla beslenmiştir.Maneviyatsız medeniyeti şair şöyle tanımlamaktadır:”Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar./Benim iman dolu göğsüm gibi serhattim var./Ulusun korkma nasıl böyle bir imanı boğar./Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.”

                Avrupanın en güçlü donanmalarının Çanakkale boğazını geçememesi ve 250.000 şehit verilerek “Çanakkale geçilmez.”destanının yazılması,mananın maddeye galebe çalmasıdır.Müslümanların Bedir savaşında 1/3 oranında kuvvet dengesizliğine rağmen galip gelmeleri,Kurtuluş savaşının yoksulluk ve yokluklara rağmen kazanılması yine mananın zaferidir.

                Sevgili kardeşlerim !
                Dininmizi ve tarihimizi çok iyi öğrenmeliyiz.Maneviyatı olmayan nesillerin vatan sevgisinin olması mümkün değildir.Birliğin ve dirliğin hamuru dinimizin ana kaynaklarıdır.”Toplu vurdukça yürekleri,toplar sindiremeyecektir.”Dağılan,günü birlik nesillerin geleceği karanlık,ülkesi tehlike içindedir.Ülkemizin geleceğinin selameti için,mütedeyyin ve uyanık olmak zorundayız.Topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılmalıyız.Doğrunun ve birliğin yardımcısının Allah olduğunu unutmamalıyız.Sözlerimi en güzel söz olan Allah’ın ayetiyle bitiriyorum:Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımız ulaştıracağız.Allah şüphesiz ki; iyi davrananlarla beraberdir.”3



1 Kur’an,Bakara, 2/190-191
2 Kur’an,Enfal,3/60
3 Kuran,Ankebut 29/69

ÜMİTLE YAŞAYABİLMEK

ÜMİTLE YAŞAYABİLMEK
                Değerli müminler !
                “İnsanoğlu müteheyyictir.(heyecanlıdır)Teheyyücle (heyecanla)huzur bulur.”diyen bir islam alimi,insanın yaratılış yapısını ne güzel tarif etmektedir.Gerçekten de insanın hayatı ümit ve şevkle mana kazanmaktadır.Sonsuz hakikatlar için yaşayan müslüman,hayatının en zor anlarında bile ümidini Allah’tan kesmeyecektir.İnanmış insanın ruh dünyasını anlatan Kuran-ı Kerim’de bu konu şöyle anlatılmaktadır:”…Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Doğrusu kafirlerden başka hiç bir kimse Allah’tan ümidini kesmez.”[1] Atalarımızda “Her inişin bir çıkışı vardır.”derler.Ümit duygusunun en kuvvetli dayanak noktalarından biri de,bu sözde ifadesini bulan ilahi kanundur.
                Kışta bahar,yaşlılıkla ebedi gençlik,karanlıkta ışık,savaşta barış, hastalıkta sağlık,ümittir.Bu ümit, insanı dayanılmaz görünen olaylara karşı da yanma gücü verir.Ve yine bu ümit ışığıdır ki,insanı gayrete getirip,haraket ve fiillerinde sonsuz şevk verir.Aynı ümitle –şeklinden çok büyük işler başaran karıncalar- durmaksızın çalışıp dururlar.Akıp giden ırmak çoşkunluğundan hiç bir zaman,hiç bir şey kaybetmez.
                Kuran-ı Kerim’de Allah,”Gevşemeyin,üzülmeyin, inanmışsanız,mutlaka en üstün sizsiniz.”[2] Buyurmaktadır.Tarih boyunca müslümanlara sıkıntılı anlarında teselli,zafere ulaşma ve ümit duygusunu veren güç,bu ayette var olan ulvi manadır.
                Mümin insan,inancı gereğince her olay karşısında metanetini koruyandır.O,Allah’ın buyruğu gereğince “Biz Allah’tan geldik,yine Allah’a döneceğiz.”inancına sahiptir.Sonsuz teslimiyetle “Rabbinin kahrının da lutfunda hoş”olduğu düşüncesine sahiptir.Müminin bu ruh dünyasını,Bediüzzaman şöyle açıklar:”Güzel gören güzel düşünür,güzel düşünen hayatından lezzet alır.”
                Olaylara ümitsiz bakış açısıyla bakan insanın mutlu olma imkanı yoktur.Onların kaplarını şans çalsa,zil sesinden rahatsız olurlar.Mümin ise, her olayı Rabb’inin bir tasarrufu olarak değerlendirip,hayra yorumlamaktadır. Çünkü o,gök gürlemesinin,yağmurun habercisi,kar yağışının toprağın bereket kaynağı olduğunu bilir.Karanlık gecelerin arkasındaki gündüzü hep hissederek yaşar.Müminin bütün bu olaylar karşısındaki ilham kaynağı, Allah’ın şu buyruğudur:”Sizin hoşlanmadığınız olaylar hakkınızda iyi olabilir.Aynı şekilde çok sevdiğiniz bir şey hakkınızda kötü olabilir.”[3] “Şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.”[4]
                Sevgili kardeşlerim !
İnsanın ümitsizliğe düşmeyip dünyada mutlu olması için göz önünde bulundurulması gereken bazı esaslar vardır.Bunları şöylece özetlemek mümkündür:
·         Karamsarlığa mağlup olmayıp,ümit hissini herzaman canlı tutmak
·         Kendi üzerimize düşeni layıkıyla yaptıktan sonra,Allah’a güven içinde yaşayabilmek.
·         Tam teslimiyetle kadere inanıp,sebeplere başvurduktan sonra Allah’a tevekkül etmek.Hakkımızda en hayırlı sonucu bilip takdir edecek,şüphesiz ilmi ve rahmeti sonsuz Allah olduğuna inanmak
·         Başkalarının pervasızlığına bakıp,maneviyatımızı bozmamak ve kendimize düşeni hakkıyla yerine getirmek.
·         Rahat ve ümitsizlik duygularına asla mağlup olmamak.Daima hayatın sonsuzluğu inancıyla yaşayabilmek.Ruhumuzu tembellik ve lüzumsuz işlerden uzak tutabilmek

 Sevgili müminler !
                         Hz peygamber ve O’nun ashabı çok zor anlarda bile asla ümitsiz olmamışlardır.Aç oldukları anda,karın boşluklarına taş bağlayarak yine mücadele etmişlerdir.Mekke’de kendisini kimsenin dinlemediğini görünce,Taife gitmiş,orada taşlanmış yine davalarını anlatmaya devam etmişlerdir.Yorgunluk içinde bir ağacın altında dinlenirken kendisine gelen Addas isimli köleye yine davasını anlatıyor ve ümidini yitirmiyorlardı.[5] Rasulullah’ın bu tavrı bütün inananlar için ibret alınması gereken bir durumdur.
                         Müslümanlar hayatın iniş ve çıkışlarında metanetlerini koruyan insanlardır.Allah’a inanan insanlar,hayatın güçlükleri karşısında aşırı kırılmaya gitmeyeceklerdir.Onlar Hakk’ın kulları olarak uzun mesafeli koşan maratonculardır.Dünyanın zorlukları,güzellikleri karşısında oldukça azdır.Kaldıki mümin,sabrıyla beraber,sıkıntıları ibadete çevirebilecek bir inanca sahiptir.Allah’ın zorluklar karşısında sabır tavsiyesine gönül veren insanlardır.Allah buyuruyorlar ki:
                         “Ey Muhammed ! De ki,ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım ! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.Doğrusu Allah,günahların hepsini bağışlar.”[6]

                         Ne mutlu ! Herzaman ümitvar olabilenlere !


[1] Kuran;Yusuf:12/87
[2] Kuran;Ali İmran:3/139
[3] Kuran;Bakara:2/216
[4] Kuran;İnşirah:94/6
[5] Suruç,Salih,Kainatın Efendisi Hz.Muhammed (a.s) :1/359,1981,İst.
[6] Kuran;Zümer:39/53